20 Ekim 2013 Pazar

8. Yaş Halleri

8. Yaş - İkinci Bunalım Dönemi 

İkinci kaprisler döneminde  Bugün 2013-2014 Eğitim öğretim yılına başladık.

Bu dönemin diğer adlan, "Hürriyete karşı ikinci atı­lım", "Sekiz  yaş bunalım dönemi", "İkinci kaprisler döne­mi", "Sosyal benliği keşfetme aşaması"dır. Başlama ve bitme zamanları için hatırda kalması kolay pratik tarif şu şe­kilde yapılabilir. Çocuğun ilkokul birinci sınıfa başlamadan, ilkokul ikinci sınıfa geçene kadar ki zaman içerisinde kendi­sini gösterir. Tabii bu dönemler bıçakla kesilmiş gibi tam olarak ay ve günlerle belirlenemez. O ülkenin tabiat şartla­rından tutunuz da, çevrenin yapısı, şehir ve köy çevresi, ailenin sosyal yapısı, çocuğun sosyal temaslar­la karşılaşma yoğunluğu vd. bu bunalım dönemlerine gir­mesinde ve onlardan bir an önce çıkmasında etkilidirler. Ülkemiz için ikinci bunalım dönemi yıllarını çocuğun 6.5 yaşı ile 8 yaşı arası olarak söylemek mümkün ise de biraz taşma gözlenebilir, yani 7-8.5 yaşlarına da kayabilir. Birinci derste yaz tatili değerlendirmesi yapmak için önceden hazırladığım Türkçe ve Matemetik derslerinden eşleştirmeli, çoktan seçmeli ve doldurmalı sorulara hiç yanıt vermeyen ve dördüncü dersin sonuna değin kendini saklamayı beceren Büşra Sayın'dan yaptığından müteessir (üzüntü duyma) olmanın erdemini bir kez daha öğrendim. Birincisi 2012'yi,2013'e bağlayan günlerde arkadaşlarına hediyeler alması ile yaşamış ve öğrenmiştim.
Söylediğimiz gibi pek çok psikososyal olaylar bu yaşların tespitinde önemlidir. Çocuğun yaşadığı sosyal şartlar burada önemlidir. Zaten dönemin ismi de ortalama bir deyişle "7 yaş sendromu "olarak belirlenmiş bulunmaktadır.
Bu dönemde çocuk sosyal benliğini keşfeder. Ben ki­mim, etrafımdaki bireyler kimdir, benimle onlar arasındaki mesafe nedir? Çocuk bu devrede sosyal bir varlık olarak toplum içerisindeki yerini alma krizi içerisindedir. İnsanın adaptasyonu için bu da önemli bir evredir. Bireyin sos­yal ve asosyal bir tutum ve davranışa yönelmesi, iyi, yeterli ve dengeli insanî münasebetler becerisi kazanabilmesi iste­niliyorsa bu ikinci kriz dönemini, sosyal benliği keşfet­me yıllarını ailenin iyi değerlendirmesi ve çocuğunu uy­gun yönlendirebilmesi gereklidir. İlkokul 1. sınıf öğretmenleri­nin bu konuda önemliden de öte üstün rolleri vardır. Devle­tin bu öğretmenlerin refahı konusunda da ayrı bir çaba sarfetmesi çocukların gelecekleri açısından gereklidir. Birinin refahı bir diğerine bağlıysa, önce o bir diğerinin refahı te­min edilmelidir. Kendisinin yardıma ihtiyacı olan bir birey diğerine nasıl yardım edecektir? Öyle ise çocuk refahı, çocu­ğun ileri yıllara iyi hazırlanabilmesi için önce bu işi yapa­cak olanların refah düzeyleriyle, psiko-sosyal sorunlarını halletmeleriyle doğru orantılı olacaktır. Sorunların çözümü için meseleye tek yönlü değil çok yönlü bakabilmek zorunluluğu vardır.

Öyle ise çocuğun yönlendirilmesi, refahı derken, buna direkt olarak etkili olacak faktörleri de bilmeli, meseleye tam bir yaklaşım sağlanmalıdır. Aksi takdirde gelip geçici küçük küçük tedbirlerle sorunun temelinden çözümlenebilmesi beklenmemelidir.
Bu dönemi çocuğun başarılı atlatamaması halinde sos­yal uyumsuzluk söz konusudur. İçe kapalı, dışa dönük tabir edilen-halkın bu şekilde tanıdığı- birerler türer. Düzeltilme­diği oranda uyumsuzluk hali giderek o bireyde kökleşecektir. Oysa bunu önlemek anne-baba, çocuğun sosyal çevre birey­lerinin zamanında alacakları ve istikrarlı bir şekilde devam edecekleri koruyucu tedbirler ile bu yaşlarda basitçe sağlanabilecektir.
Şimdi 7 yaş kriz dönemini yaşayan çocukların psi­ko-sosyal özellikleri ve başarılı uyumlarının esaslarını kısaca görelim:
İkinci karşı koyma bunalım dönemidir- Birinci bunalım dönemi sürekliydi (kesintisizdi), bu dönem de süreklidir (ke­sintisizdir). Yani çocuk bu krizden çıkana kadar kriz durmaksızın devam eder. Oysa bundan sonra görülecek olan kriz dönemi sürekli değildir, iyileşme, nüksetme saf­halarını gösterir. Bir ve ikinci bunalım dönemleri kısadır, ortalama olarak ikişer yıl diyebiliriz. Buna karşılık üçüncü bunalım dönemi 10-13 yıl sürecektir. (Ergenlik Dönemi)

Bu çağda zihin düzeyinde gelişmeler devam eder. Akıl ve ruh sağlığını oluşturan melekeler, psiko-motor güçlerin inşası sürmektedir. Ayrıca, bu arada yeri gelmişken belirt­mek de yarar vardır, bu dönemde çocuk mikrobik hastalıkla­ra, örneğin kabakulak hastalığına, iltihabî bir durum olan apandisite eğilimlidir. Hemen belirtmek isteriz bedensel has­talıkların ortaya çıkması da yine doğayla yakînen ilgilidir. Her mevsimin, her sosyal sınıfın, sosyal sınıf hastalık ilişkileri ise tıpta uzun za­mandan beri bilinen bir olaydır. Örneğin kabaca diyecek olursak zenginlerde şeker hastalığı, kalp hastalığının çok görünmesine karşılık, bunun karşıtı toplum kesiminde de mikrobik hastalıklar, infeksiyonlar, tüberküloz vd sık rastlan­maktadır. Hastalık türlerinde önemli farklılıklar bulunmakta­dır. Hangi hastalıkların hangi mevsimlerde ve hangi yaş gruplarında kendisini gösterebileceği de epidemik haritalar­da kendisini göstermektedir. Hatta ileri batı kültürlerinde hangi gün kaç kişinin öleceği bu şekilde küçük yanılgılarla bilinebilmekte ona göre tabut ve mezar hazırlanmaktadır. Hayat ümidi, hayatsal tablolar sayesinde oldukça yaklaşık olarak insan ömrünü bile söyleyebilmektedir.
Bu dönemde süratle beden gelişmesi de söz konusudur. Kızamık, su çiçeği, kulak iltihaplan da ek olarak ortaya çıkabilir. Çocuğun bünyesinin kuvvetli olması, dengeli besle­nebilmesi gereklidir. Ünlü bir söz vardır. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur diye. Bu nedenle vücudun sağlam olması psiko-sosyal gelişimi kolaylaştıracaktır. Bedensel ve psiko-sosyal iyilik halleri daima birbirleriyle etkileşim içerisindedir­ler.
İkinci kaprisler döneminde çocuk kendini çeviren so­mut dünyaya hükmetmek sevdasındadır. Bu yaşta çocuk okula gider, ailesi içerisinde olduğu gibi ilgi merkezi olmadı­ğını, birçok çocuklarla eşit olduğunu biraz acı bir şekilde keşfeder. Çocuğu el bebek gül bebek büyütmenin, nazlı büyüt­menin, ona sınırsız sevgi ve ilgi göstermenin, çocuğa iyilik olsun diye böyle davranmanın, sakıncaları çıkmaya başla­maktadır. Çıkış yolu çocuğun psiko-sosyal özelliklerini bile­rek dengeli yaklaşımlarda bulunmakla olacaktır. Böylece ev­de başrolü oynayan çocuk okulda, figüran değilse bile önemsiz bir rol olmak durumunda kalmışsa gerçekten sarsı­lır. Çocuk ilkokula başlamadan anaokullarında, bahçede ço­cuk gruplarıyla yeterli sosyal beceri ve kültür almış ise bu onun imdadına yetişecektir.
Çocuk ilk kriz döneminde olduğu gibi, kendilerine vasilik yapanlara karşı koymadan bu dönemde de hürriyetini elde edemez ve bu bunalım dönemini sağlıklı geçiremez. O dönemde görülen kaprisler bu dönemde de görülür ve aynı çarelere başvurularak çoğu zaman geçirilir. Örneğin 5 kura­lımız; sevgi, tolerans, otorite, sabır, inanma burada da ge­çerlidir. Anlaşamamazlıklar vardır. Çocuk nedeniyle aile an­laşmazlıkları, çocukların (kardeşlerin de) birbirleriyle kıskanç­lıklarından doğan anlaşmazlıklar, erkek çocuğun babasıyla olan güçlükleri olağandır. Her bunalım döneminin karakteristik özelliği enferiyorite duygusu (acizlik, aşağılık kompleksi denilen hal) bu dönemde de kendisini gösterir. Okula gitmesi kendisinde sarsıntı yapabilir, uyum da güçlükle karşılaşabilir. Anne ve baba da anlayışsız ve sert davranırlarsa bu kompleks daha şiddetli hâl alır. Belirtileri şunlardır:
1. İnsanların yanında tutuklaşırlar, rahat hareket ede­mezler,
2. Kekemelik başlayabilir, normal konuşurken kekeleyerek konuşmaya başlar,
3. Düzensiz hareketleri vardır, yemek, uyku, çalışma, okul, oyun saatleri vs. birbirine karışabilir, kendine iyi bir plân yapamaz, yapılan plânı uygulamakta güçlük çeker, is­tikrarsızlık baş plândadır,
4. Kararsız ve ürkek bakışları olur,
5. Belirsiz davranışlar,
6. Önüne geçilemiyen bir beceriksizlik,
7. Tikler...
Bunlar ruhî anlaşmazlık arttığı çocuk anlaşılamadığı, ona bilimsel yardım edilemediği ölçüde, sık sık tekrarlanır ve kökleşir.
Nasıl ki, bir bedensel hastalık halinde idrar tahlili, kan tahlili, röntgen çektirme, check-up vd. yapılıyor. Buralardan elde edilecek veriler hastalığı tayin ediyorsa, bu alanda belir­tilerden en önemlileri de yukarıda sayılan yedi madde ile karakterize edilebilir. Bunların mevcudiyetinin anlamı şudur: Hepsinin bir arada olması gerekmez, bir ve birkaçının olma­sı da teşhis için aynıdır. Bir tekinin bulunması yeterlidir, onu değerlendirebilme bakımından:
Sözgelimi "ey anne,baba ben ikinci bunalım dönemi içerisinde çok sıkılmaktayim, bu bunalımı atlatamıyacağım ümitsizliğe düştüm,size yalvarıyorum gücünüz yeterse benim imdadıma koşunuz, sizden yardım diliyorum, beni kurtarın" demektedir.

Bu belirtiler anne baba tarafından böyle yorumlanmalı ve bilimsel yardımlar kendisine ulaştırılmalıdır. En büyük yardım onu anlayabilmek ve özelliklerine uygun şekilde kendisine davranabilmektir, bu unutulmamalıdır.
Burada küçük bir uyarıda bulunmak isteriz. Kekemelik İle solaklık arasında ilişki vardır. İstatistikler her 15 çocuktan birisinin solak olduğunu ortaya koymuştur. Sözgelimi sınıfta herkesin içinde alaya alınmaları kekemeliğe neden olmaktadır. Solaklık bilindiği gibi beyinde yazı yazmayı idare eden merkezin beynin diğer yarı küresinde olmasıyla ilgilidir ve bu doğaldır. Doğuştandır, irsiyetle de ilgilidir. Solaklık bir kusur değildir. Sağ elini kullanacağına birinci plânda sol elini kullanmaktadır. Mesele bundan ibarettir. Bu sebeple solak olan çocuklara ailede ve okulda baskı yapılmamalıdır. Bu hal kekemelikten de başka daha pek çok psiko-sosyal sorunlar yaratabilir. Onun da sol elini kuvvetlendirmesi konusunda yardım etmek yerinde olur. Solak nice ünlü kişiler bulunduğunu hatırlamak lâzımdır. Mühim olan kişinin kendi değerleridir. Psiko-motor güçlerini iyi bir şekilde geliştirerek psiko-sosyal uyum sağlayabilmektir.
Bu ikinci bunalım döneminin çocukta yaratabileceği enferiyorite (acizlik kompleksi, halkın aşağılık kompleksi dediği hal) duygusu, çocuk 3 ncü bunalım dönemine girmeden kendiliğinden kaybolması gerekir. Bunun için son durak 12 yaştır (12 yaş bunalım dönemine girerken bitmiş olmalı).
İkinci kaprisler döneminde anne-baba, ebeveyn ve ço­cuğun sosyal çevre bireylerinin ona yardımları şöyle olabilir.
Bunlara dair bazı esaslar şöyledir:
1. Çocuğa faydalı olduğunu ve kendine göre üstünlük­leri bulunduğunu gösterebilmesi için bir çare bulmak gerekli­dir. Bunun için iyi ve güzel yönleri özenle araştırılmalı ve bunlar örnek gösterilerek kendine güveninin artmasına yar­dım edilmelidir. Oysa çok aile çocuğunun daima kötü taraf­larını görmeye ve bunları söyleyip durmaya pek alışkındır. Biz çocuğun iyi tarafları titizlikle aranmalı, bulunmalı ve bunlar çocuğa söylenmelidir diyoruz. Böylece çocuk hatala­rını daha çabuk düzeltebilecektir. Yetişkin bir insan hatalarının söylenmesinden hoşlanabilir. Tabii bu konuda türlü kompleksleri bulunmuyorsa ve psiko-sosyal ge­lişimleri iyi olabilmişse. Ancak çocuk zaten acizlik kompleksi devresi içerisindedir, bir de yangına körükle gitmek gibi biz ona daima aciz olduğunu yineler durursak, başarısızlık doğal hale gelir.
2. Zaafa ve yenilgiye düşmeden, istikrarlı bir şekilde (vazgeçmeden) çocuk daha çok sevilmelidir. Sevgi ilaçtır. Nice düzelmez sanılan çocuklar bu yolla uyum sağlayabilmişlerdir. İnsan ruhunun en büyük gereksiniminin sevgi olduğu bilinmelidir. Sevgi olmadan yapılan işlerin de bir huzur vermediği gözlenebilir.
3. Sevginin paylaştırılmasında tam bir adalete riayet edilmelidir. Anne-babalar, ev bireyleri, kardeşler arasında, öğretmen sınıfta öğrencileri arasında vd. Ancak belki de hastaya yapılan ihtimam gibi zayıf olana bir miktar tercih yapılabilir ise de bunda da ölçülü ve bilgili olmak lâzımdır. Zayıf çocuk acizliğinden dolayı kendisinin fazla sevgi gördüğünü, eğer aciz (zayıf, hasta, yetersiz vd) olmasa böyle olmayacağı düşüncesine kapılmamalıdır.
Böyle olursa iki durum olur.
a) Çocuk bu hali benimser, buna sığınır, bu durumu suistimal edebilir,
b) Acizlik duyguları kökleşir, ken­di kendini düzeltmede yeterli gayreti göstermez veya göste­remez.
Aile bu durumu nazik bir şekilde ayarlayarak hasta olana gösterebilecek sevgide bir miktar iltimas, burada da sağlanmalıdır. Çünkü onun bu ihtimama daha çok ihtiyacı vardır.
4. Özellikle Erkek çocuğu olmak üzere, enerjisini boşaltabilecek yorucu oyunlara katıla­bilmelidir, ona bu imkan verilmelidir. Erkek çocuğun kız ço­cuklarına nazaran daha çok buna ihtiyacı olması onun bün­yesel durumuyla ilgilidir. Aynı şekilde de kız çocuklarının be­denini eğitici ritmik dans çalışmalarına katılması, annesine ev işlerinde yardım etmesi, açık hava gezintileri ve oyunları benimsemesi yararlı olacaktır. Kendi içine kapanmış kız ço­cukları için bilhassa bu tür sosyal çalışmalar planlanmalıdır.
5. Bu dönemde çocukların kaprislerinden başarılı çı­kabilmeleri için onlara kuvvetleriyle orantılı olarak sorumlu­luklar verilmelidir. Eğer bu sorumluluk bir angarya gibi de­ğil, ailenin menfaatine hizmet etmek bakımından şerefli bir amaç için verilirse çocuk bunlardan gurur duyacaktır. Bu sorumluluğu anne-baba ve okulda öğretmen iyi bir şekilde plânlıyabilir.
6. Dövülen ve bahtsız olan çocuklar şefkatli olamaz. Bu nedenle çocuğu bahtsız edecek türlü olaylardan ve bilhassa dayaktan kaçınmak lazımdır. Dayak zararlıdır Hele hele çocuğun dövülmesi hiç düşünülmemelidir. Zira dayak kişiliği kemirir. Acizlik duygusu içerisinde olan çocuğu büsbütün aciz yapar. Daha da fenası suçlu tiplerin doğmasına yardım eder. Sonuç şudur: Dayak çocuk için za­rarlıdır.
Dövülen çocuk mutsuzluğa itilir. Kişinin psiko-sosyal yapısına etkisi ileriki yıllarda da kendisini gösterir. Evlendi­ğinde eşini döver. Başarılı bir evlilik ilişkileri kurması zorla­şır. Mutluluğu kendisine bağlı olan insanlara karşı psiko-sosyal görevlerini yeterli yapamaz. Bahtsızlık ve şefkatsizlik en büyük tehlikelerden sadece ikisidir.
Böyle çocuklar arkadaşlarına cömert görünmek için hırsızlık yapabilirler, hayvanlara eziyet etmekten hoşlanırlar. Sineğin, kelebeğin kanadını yolar, kediyi kuyruğundan ha­vaya kaldırır vd. giderek anti-sosyal, sosyal uyumsuz olur.
Bütün bunlar sadece dövülmekle ilgili değildir. Tüm olarak bu belirtiler ikinci bunalım döneminin kötü geçmekte olduğunun delilleridir ki iyi değerlendirilmelidir.
İkinci bunalım dönemine ahlâk bunalımı dönemi de denmekte olduğunu özellikle belirtmek lâzımdır. İlkokul 1. sınıf ve bu dönemden bir yaş alt ve bir yaş üst yıllarda gö­ründüğü hatırlanarak, çocuğun bu devresine özen gösteril­melidir. İnsan 7 yaşa kadar inşa edilir sözü de pek mühim­dir 12 yaşından sonra çocuk üzerinde anne baba iyi bir etki­leşim kuramamışlar ise, çocuğuna karşı artık etkisiz kaldığını ve kalmakta olduğunu, çoğu zaman hayret ve büyük bir acı ve hırs içerisinde görür. Çaresizlik içerisinde kalır, yeterli ai­le ve çocuk refahı hizmetleri sağlanamazsa -bilhassa çocuk rehberliği klinikleri- aile ızdıraplarıyla başbaşa kalır, çocuk da keza aynı şekilde yönlendirilemez, çeşitli psiko-sosyal so­runlar türer gider.
7. Evde çocuğun ayrı bir odası olamazsa bile bir köşesinin olması sağlanmalıdır. Anahtarla kilitli dolabı olmalıdır. Eğer çocuk kendine göre kıymetli şeylerini saklayacak bir yer bulmazsa, bunları kalbine saklar, kalbini anahtarla sıkıya kilitler ve size kapalı tutar. Bu hâl içedönüklük yapar. Şimdi sormak istiyoruz, acaba çocuğa evde kilitli bir dolap temin edebilecek olup da, bilmeyerek bunu yapmayan anne babalar yok mudur? Pek çoktur. İşte çocuğu yönlendirebilmek böyle küçük küçük kuralların benimsenebilmesi ve yerine getirilmesiyle olmaktadır.
8. Bizim çocuğa verdiğimiz (yani anne-babanın ve çoğu diğer sosyal çevre bireylerinin) emirlerle değil de, onun tecrübelerinin verimi olan davranış kurallarıyla gelişmesine olanak tanımak lazımdır. Çocuk davranış kurallarını kendi tecrübeleriyle bulursa başarı çok yüksek olacaktır. Bu fırsat kendisine verilmelidir.
9. Anne-baba çocuk üzerinde anne-baba olarak yaptıkları kuvvetli etkiyi ihtiyatlı ve iradeli bir şekilde kullanabil­melidir. Anne-baba ve çocukla ilgili diğer bireyler açık kalpli olmalıdır. Çocuğa karşı, onun kalbine ve çocukça düşünce­lerine girmenin yolunu bulmalıdırlar. Bu durum esasen bunalım döneminde, yararlı sayılabilecek, yardımınızı beklediği zamanda ona yeniden güven verecek, yaşama sevinci duy-masına vesile teşkil edecektir. Çocuğun bakışı ile gülümseyişi güvenini kazanmak şerefine layık olup olmadığımızı bize söyleyecektir. Bu aslında anne-baba için gerçekten bir şereftir.
Bu önerilerden sonra şimdi ikinci bunalım dönemiyle ilgili olarak şu son açıklamalarımızı sunabiliriz:
Çocuk bu dönemde, üstün insan idealini temsil eden anne ve babasının mükemmel olmadıklarını, herşeyi bilme­diklerini ve herşeyi yapamayacaklarını farketmeye başlar. Bu aslında sosyal gerçeklere doğru atılan bir diğer adımdır. Büyük bir şaşkınlıkla, hatta zihin bozukluklarının kaynağını teşkil eden gerçek bir iç ızdırabıyla anne ve babasının birbir­leriyle yaptıkları kavgaları keşfeder. Çocukların da adeta önüne geçilmez bir şekilde derin ahlâk ve psiko-sosyal bo­zukluklar yaratan geçimsiz ailelere acımak lâzımdır. Sosyal benliğini keşfetmeye çalışan çocuk için bu tamiri pek güç olabilecek bir durumdur. Çocuk toplumun geleceği yönün­den mühim bir varlıktır. Böyle durumda çocukların savunulabilmesi için çocukların anne ve babaları aleyhine, kamu avukatları kanalıyla dava açılması lüzumu düşünülmüştür. Çocuk suçları mahkemesi kanunlarında ülkemizde de çocu­ğun hakları artık daha belirgin bir şekilde korunma yolunda bulunulmaktadır. Anne-baba çocuğun önemli gelişim evrelerinde olduğunu bilerek pek zorunlu olmadıkça geçim sorun­larıyla ilgili olarak çocuklarının yanında olay çıkarmamaya azami özeni göstermelidirler. Görüldüğü gibi çocuk bundan pek çok etkilenmektedir. Bunun zararını başta çocuk, sonra aile, sonra da giderek toplum, insanlık çekecektir. Bu du­rumda ne olur:
1- Çocuk anne ve babasına olan güvenini kaybeder,
2- Kendi içine kapanır,
3- Bu hâl onda yalancılığı doğurabilir. Gerçeği sevme­diği için olması istediğini olmuş gibi ifade eder.
Bu denli yalancılık bundan önceki dönemde görün­mez. Zira çocuk o dönemde çocuğun anne ve babasının herşeyi bildiğine inanır yalan söylerse farkedileceğini zanne­der. Örneğin gözlerinden yalan söylediğini anne ve babası­nın anlayacağını umar. Oysa daha 7 yaş bunalım döneminde anne-baba figürü onun gözünde yıkılırsa rahatlıkla gerçek­ten yalan söyleyebilir.

Kaynak kişi : Prof.Dr.Kemal Çakmaklı

25 Eylül 2013 Çarşamba

Can'ın Silgisi l

Can diye bir çocuk varmış. Okula yeni başlamış ama başladığı günden beri silgilerini kaybediyormuş. Annesi de ona sürekli yeni silgi almak zorunda kalıyormuş.
Bir gün annesi işten dönerken kırtasiyeciden yine bir silgi alıp gelmiş, Can'ın kalem kutusuna koymuş.




Silgi kutunun içinde yalnız kalınca düşünmeye başlamış. Acaba nasıl bir eve geldi. Fabrikada üretildiği günden beri nasıl bir çocuğun silgisi olacağını merak ediyormuş. Fabrikadayken, kırtasiyecide satılmayı beklerken hep yanındaki arkadaşlarıyla nasıl bir çocuğa denk gelmek istediklerini konuşurlarmış. Bizim silgi kendine çok güveniyormuş." Benim sahibim olacak çocukla çok iyi anlaşacağımızdan eminim. Ben var gücümle onun yanlış yazdığı yerleri silerim, bembeyaz yaparım, hiç iz bırakmam, kağıdı da yırtmam. Kesin beni çok sever asla kimseye vermez. Yalnız acaba kokulu silgi sever mi. Benim biraz kokum var da. Sevmezse de bir süre bekleyince geçer aslında kokum" " diyormuş
Arkadaşları bazı çocukların silgilere kötü davrandıklarını, onları deldiklerini, hatta dişleriyle ısırarak parçaladıklarını söyleseler de bizim yeşil silgi onlara inanmamakta direniyormuş.
"Mutlaka o silgilerin de bir yaramazlıkları olmuştur, işlerini kötü yapmışlardır, kağıdı falayırtmışlardır" diyormuş

Can'ın annesi kırtasiyecideki arkadaşlarının yanından onu alıp kasaya parasını öderken içi kıpır kıpırmış. Yıllardır beklediği gün geldiğinden jelatininden soyunup yanlışları silmek için sabırsızlanıyormuş. Göz ucuyla baktığı yeni sahibini çok beğenmiş.
İçinden"Böyle hanımefendi güzel bir kadının oğlu da kim bilir nasıl tatlı akıllı bir şeydir" diye geçiriyormuş.
Bu yüzden eve gelip de karanlık kutuya girince çok şaşırmış. O renkli bir kalem kutusunda yeni iş arkadaşları kalemler, boyalar, kalemtıraşlarla tanışmayı hayal ederken karanlıkta tek başına kalınca düşünmeye başlamış:
"Belki de okullar daha açılmadı, annesi çok tedbirli düzenli bir insan olduğundan ilk önce çocuğunun silgisini aldı. Belki daha kalem kutusu bile yok. Bu kadar sabrettim biraz daha beklerim" demiş
Aradan bir kaç gün geçmiş, kutunun kapağını açan olmamış. Sİlginin canı sıkılmış. Tam, "Acaba beni burada unuttular mı?" diye aklından geçiriyormuş ki kapak açılmış. İçeriye dolan ışıkla birlikte Can'ın annesinin eli onu kutudan kucakladığı gibi kalem kutusuna koymuş. Bu arada Can'a da


"Oğlum bak bu kaçıncı silgi, lütfen bunu da kaybetme, akşam okuldan çıkarken kalem kutuna koymayı unutma" diyormuş.
Silgi kalem kutusuna girince kutudaki kalemler etrafına toplanmışlar. Özellikle kısa boylu boya kalemleri çok candan davranıyorlarmış, hepsi hoş geldin diye cıvıldamışlar. Kurşun kalemler daha arkalardan kısaca hoş geldin demişler.
Kalem kutusunun köşesindeki yaşlı kalemtraş "Nesine hoş geldin diyorsunuz, nasıl olsa akşama gidecek" diye homurdanmış
"Ne demek istiyorsunuz?" demiş silgi
"Seni kutuya koyarken annesinin dediklerini duymadın galiba. Can silgilerine hiç önem vermez, diğer çocuklar gibi delip kopartmaz ama sık sık kaybeder. Seni de ya bugün, ya yarın okulda unutacak. Hele sıranın üstünden yere düştün mü bittin! Diğer çocuklar seni çiğner, çamur toz toprak içinde kalırsın. Akşam da bütün çocuklar gidince sınıfın hademesi seni süpürür, çöplerle birlikte sobada yakar" demiş
Silgi bunu duyunca olduğu yere çöküp ağlamaya başlamış.


Kurşun kalemler:
"Çocuk daha yeni geldi, ne moralini bozuyorsun hemen" diye yaşlı kalemtraşa kızmışlar.
Boya kalemleri "Sen ona bakma, çok yaşlandı, kalemleri açarken uçlarını kırıyor, o yüzden böyle mutsuz, huysuz oldu" demişler.
Silginin biraz morali düzelmiş. Acaba sınıf nasıl bir yer, öğretmen nasıl birisi, öğrencilere kızıyor mu, derslerde neler anlatılıyor, akıllı tahta var mı? diye ardarda sorularını sıralamaya başlamış.
O sırada Can da okula ulaşmış, bayrak töreni için girdikleri sırada arkadaşlarıyla itişip kakışıyorlarmış. Bir arkadaşının yumruğu Can'ın çantasına, tam da kalem kutusunun üzerine gelmiş. Bütün kalemlerle birlikte silgi de kutunun içinde bir köşeden diğerine savrulmuş. Yaşlı kalemtraş "Aah belim!" diye inlemiş.


Silgi korkuyla boya kalemlerine "Deprem mi oluyor, ne yapacağız?" diye sormuş
Boya kalemleri hep bir ağızdan "Hayır yaramaz bir çocuk çantaya vurdu, olur bazen böyle, korkma" demişler.
Bayrak töreni bitip de sınıfa girince Can çantasını açmış kalem kutusundan kalemleriyle birlikte silgiyi de çıkarıp sıranın üstüne koymuş. Silgi heyecanla etrafı incelemiş, tahtaya, perdelere, sınıftaki diğer çocuklara bakmış. Öğretmen hafta sonu yaptıkları ödevleri kontrol ederken silgi de yan gözle öğretmeni seyrediyormuş.


"Ne tatlı bir öğretmenimiz varmış, kim bilir bize ne güzel şeyler öğretecek" diye düşünmüş. Omuzlarını germiş, bırakmış, Can'ın yapacağı ilk hatayı silmek için hazır beklemeye başlamış. Teneffüs zili çalınca bütün çocuklarla birlikte Can da koşarak bahçeye çıkmış. Sınıfta kalan iki yaramaz çocuk birbirlerini itip kakarak kencilerince şakalaşıyorlarmış. Biri Can'ın sırasının önünden geçerken silgiyi aldığı gibi arkadaşının kafasına atmış. Silgi havada uçmuş uçmuş, kafayı ıskalayıp yere düşmüş , yuvarlanarak çöp tenekesinin dibine gitmiş. Ne olduğunu anlayamayan silgi ümitsizliğe kapılmış. Daha hiç kullanılmadan her tarafı toz içinde çöp tenekesinin yanındaymış. "Akşam herkes gidince hademe beni süpürecek sobaya atıp yakacak. Oysa ki ne hayaller kurmuştum, Can'la birlikte yıllarca beraber olacaktık. Can benim sayfaları nasıl yırtmadan bembeyaz hale getirdiğimi gördükçe benden vaz geçemeyecek, ortaokula liseye hatta üniversiteye hep beraber gidecek, ayrılmaz iki arkadaş olacaktık. Oysa ki şimdi bir kez bile kullanılmadan yanacağım, ne acı" diye başını ellerinin arasına almış, içli içli ağlamaya başlamış.
Bu sırada zil çalmış, Can da sınıfa girmiş. Önce silginin yokluğunu farketmemiş. Öğretmeninin verdiği ödevi yazarken tren yerine tiren yazınca fazladan yanlışyazdığı i harfini silmek için silgisini aranmaya başlamış.
Her tarafa baktığı halde bulamayınca yanındaki arkadaşına sormuş. Bir yandan da eve gidince annesine silgiyi kaybettiğini nasıl söyleyeceğini düşünüyormuş.
"Gıcır gıcır, yepyeni silgimi kaybettim, oysa ne güzeldi mis gibi de kokuyordu" demiş arkadaşına
"Arkadaşı sınıfta oynayanlar birbirlerine atıyorlardı, şu tarafa gitmiş olabilir" demiş
Gerçeken de dikkatli bakınca çöp tenekesinin yanında tozlanmış, umutsuzca yatmakta olan silgisini tanımış Can. Hemen parmağını kaldırarak öğretmeninden düşen silgisini almak için izin istemiş.
Silgi hayata küsmüş, başı ellerinin arasında ağlarken birden bir el onu omuzlarından tutup kaldırmış.Kafasını çevirince Can'ın gülümseyen yüzü ile karşılaşmış. Can üzerindeki tozları üflemiş, küçük elleriyle lekeleri silmiş. Kulağına eğilip seni bulduğum için çok sevinçliyim. Bundan sonra seni hiç kaybetmeyeceğim. Teneffüse çıkarken hep kalem kutuma koyacak, eve giderken de okulda kalmamana dikkat edeceğim. Birlikte bütün okulları bitireceğiz, çok güzel günler göreceğiz. O kadar ki okullarım bittikten sonra bile seni ve kalemlerimi bir kutuda saklayacak, arada özledikçe açıp bakacağım. Belki çocuklarım bile seni kullanırlar, umarım kaybetmezler" demiş
Silginin gözlerinden mutluluk yaşları akıyor, tozlu yüzünde izler bırakıyormuş.
"Ben de seni hiç üzmeyeceğime, sayfaları hiç iz bırakmadan sileceğime, kağıdı hiç yırtmayacağıma söz veriyorum. Senin gibi bir sahibim olduğu için çok mutluyum" demiş.
Gerçekten de Can üniversiteyi bitirene kadar hiç ayrılmamışlar.
Silgi gerçekten de bir kez olsun kağıdı yırtmamış, Can da silgisine hep gözü gibi bakmış, hiç kaybetmemiş.
"Can'ın Silgisi" Masalı Sandaletli Seyyah Bora Bilgin tarafından, oğlu Sanaletli Çocuk Can Bilgin için yazılmış ve blğunda yayınlanmıştır.ı Bizim sınıf başkanı (2/A sınıfaımızın başkanı) Efe Bayram'ın silgilerini "hor" kullanması üzerine ona ve diğer silgilerine ; araç-gereçlerine  gereken özeni göstermeyen arkadaşlarına ithafen düzenlenip, yayınlanmıştır. 

17 Ağustos 2013 Cumartesi

2 ve 8 Yaş Hâlleri

17 Ağustos 2013, 15:05

 
 
 
  • ...

    2 ilâ 8 YAŞ Halleri

    Egeberk Anaokuluna 01.08.2013 günü başlayan Masal'ı 3-6 yaş grubuna kaydettiler. Zira daha küçükler için kreş uygulaması yoktu. Gülten'e 24 aylık olan çocukların üç yaş grubu sayıldıklarını anlatmakta bir hayli zorlandım.18-24 ay dönemi çocuklarımız için başka bir kritik dönemi temsil eder. Artık kendilerini annelerinin bir parçası olarak görmek yerine dünya üzerinde herkesten farklı bir birey olarak görmeye başlarlar. İlgi ve ihtiyaçlarının diğer insanlardan farklı olduğunu ya da olabileceğini bu dönemde keşfederler. Dolayısıyla kendi varlıklarını ortaya koymak için büyük bir motivasyona sahip olurlar.
    Özgürlüğe ilk adım
    Bebekler, anne ve babalarının kendileri için oluşturduğu güvenli alana ihtiyaç duymaya devam ederler ancak diğer taraftan bağımsızlıklarını kazanmak için duydukları istek içten içe ciddi bir çatışma yaşamalarına neden olur. Bu dönemde toplumsal kurallara uygun şekilde yaşayacak sosyal becerileri yeterince gelişmediği için sıklıkla çevrelerindeki yetişkinleri zor durumda bırakacak şekilde hareket edebilirler. İsteklerinin anında yerine gelmesi hayati bir önem taşımaya başlar. Sahip oldukları oyuncak, oyun alanı, çikolata, şeker, giysi gibi şeyleri paylaşma konusunda çok isteksizdirler. Bu konularda herhangi bir engelle karşılaştıklarında ise kendi kişiliklerine bir saldırıyla karşı karşıya olduklarını hissederler. Bu tür durumlarda genellikle ortaya çıkan duygu öfke olur. Uzun süren ağlama krizleri yaşanabilir. Ya da yaşadıkları ortamı kendi istekleri doğrultusunda değiştirmek için sert inatlaşma ve güç savaşları yaşanabilir.Bu dönem, bebeklerinin istek ve ihtiyaçlarını olabildiğince eksiksiz karşılamak isteğinde olan ebeveynler için de çok zordur. Çocuklarının sonu gelmeyen isteklerini karşılamakta zorlandıkları, ağlama nöbetlerini engelleyemedikleri için kendilerini yetersiz görebilirler. Genellikle iyi bir  ana-baba olup olmadıkları konusunda ciddi kafa karışıklıkları yaşayabilirler. Zaman zaman öfkelerini kontrol etmekte zorlanabilir ve sürecin getirdiği yorgunlukla birlikte kendilerini çocuklarıyla çatışma yaşarken bulabilirler.
    Sizi örnek alır
    Yaşanan dönem ailedeki herkes için zorlayıcı olsa da endişe edilmesi için neden yoktur. 2 yaş krizi hemen her çocuğun benzer şekilde geçirdiği bir dönemdir ve geçicidir. Bu dönem çocuklarımızın sağlıklı bir gelişim gösterdiklerinin işaretidir. Çocuklarımız, dil gelişimi yeterli olgunluğa eriştiğinde duygu ve düşüncelerini daha rahat ifade edebilecektir. Dolayısıyla yaşadıkları engellenmeleri daha kolay aşabileceklerdir. Ayrıca, özellikle ilk ebeveynler de sürece daha rahat şekilde adapte olabileceği için kriz döneminin aşılması kolaylaşacaktır.
    “Bu dönemlerde -yemek yer misin çocuğum?- diye sorduğunuzda size -hayır yiyeceğim!- gibi bir cevap da verebilir. Huysuz kediler!”
    Çocuklarımız her tür öğrenme sürecinde en başta ebeveynlerini örnek alır. Bu nedenle bizim sözlerimizden çok davranışlarımız çocuklarımız üzerinde daha büyük bir etki taşır. Nasihat etme, bilgilendirme önemli olmakla birlikte davranışlarımız tarafından desteklenmediğinde etkisini büyük ölçüde kaybeder. 2 ve 8 yaş arası çocuklar oyun çocuğudurlar. Didaktik yönergelerden çok gösterip yaptırarak öğretmek yerinde olacaktır. Dolayısıyla 2-8 yaş döneminde ve diğer zamanlarda çocuklarımızla yaşadığımız sorunların çözümü konusunda davranışlarımız önemli bir yer tutar.
    Sakin kalmaya çalışın

    Ağlama veya öfke krizleri yaşadığı zaman sakin kalmayı başarmak birçok sorunun engellenmesine yardımcı olur. Çocuklarımız ebeveynlerinin zor zamanlarda bile sakin kaldıklarını gördüklerinde sorunlarını çözmek için bağırma, vurma gibi yıkıcı davranışlar sergilemek zorunda olmadıklarını fark eder. Yavaş yavaş olsa da karşısındaki kişiyi dinleme, empati kurma ve çözüme odaklanma gibi yapıcı davranışları kullanmayı tercih etmeye başlar.Cezalandırma yerine uzlaşmayı arayan bir ebeveyn sorunların çözümünde taraflardan birinin bedel ödemesi yerine her iki tarafın da kazançlı çıkabileceği yolların bulunabileceğini göstermiş olur. Bu nedenlerle çocuklarımızla kullandığımız iletişim dili çok önemli.İstekleri yerine gelmediği için öfkelenen ve zaman zaman saldırgan davranışlar gösterebilen çocuklarımızı sonuna kadar sakin bir şekilde dinlemek öncelikle çocuğumuzun kendini değerli hissetmesini sağlayacaktır. İçinde bulunduğumuz durumu, yani isteklerinin neden gerçekleşmediğini çocuklarımıza açıklamak çoğunlukla sorunların çözülmesi için yeterli olacaktır. Ayrıca gösterdiği tepki karşısında ne hissettiğimizi ifade etmek, onun da duygularını daha rahat ifade edebilmesine yardımcı olacaktır.
    Bazende hayır demelisiniz
    Çocuklarımızla kurduğumuz
    ilişkide kendi istek ve ihtiyaçlarımızı ortaya koymak ya da sınırlarımızı belirlemek küçük ev arkadaşlarımızla daha sıcak ve çatışmasız bir ilişki kurmamıza yardımcı olacaktır. Birçok ebeveyn çocuğuna hayır cevabını vermenin kendilerini kötü ebeveyn yaptığına inanır ve bu nedenle çocuklarının her isteğini yerine getirmeye çalışır. Bu, çok iyi niyetli bir çaba olmakla birlikte sürdürülebilir değildir. Çocuklarımızla birlikte uyumlu bir yaşam sürdürebilmemiz için kendi istek ve ihtiyaçlarımızı, olumlu ya da olumsuz duygu ve düşüncelerimizi ifade etmek hem bizde oluşabilecek birikimi önleyecek hem de iyi örnek olmamızı sağlayacaktır.
    Güzel zamanlar geçirin
     

    Sonuç yerine; 2 yaş döneminde yaşanan gelişimsel kriz, çocuklarımızın ilerleyen yaşlarda da karşılarına çıkacak olan pek çok geçiş döneminden biridir. Bu sürecin sağlıklı şekilde aşılabilmesi için çocuklarımızın en çok ihtiyaç duyacağı şey anne-babaların alacakları destektir. Bu nedenle yaşanan zorlukları çocuklarımızın olumsuz kişilik özellikleri gibi görmekten kaçınmak, sorundan çok çözüme odaklanmak hem çocuklarımızı hem bizleri rahatlatacak, uyumlu ve keyifli bir aile yaşantısının kapılarının açık kalmasını sağlayacaktır.
       8.yaşta görülen ve uzmanlarının erken ergenlik dönemi diye adlandırdıkları 'bunalım takılma' kriz hâlleri, 2 yaş problemleri ile doğrudan ilşkilidir. Anne ve babalara nacizane önerim: sabırlı olmaları ve çocukları ile gerirecekleri ortak zamanları daha kaliteli hale koymaları olacaktır.
    8.yaş krizlerinin kökenlerini 2 yaşlarında aradım.
    8.yaş krizlerinin kökenlerini 2 yaşlarında aradım.

    Annesi ile kızı..Analı-kızlı...

    6 Ağustos 2013 Salı

    İlkokul YOGAsı(6-9yaş arası)


    Öncelikle “ilkokul yogası” denilen şey ne yazık ki benim icadım değil. “Ben buldum, ben buldum!” diyor ya, beyin, Pınar Beyaz reklamında, bu şahane şeyi “ben buldum!” diyemiyorum. Sadece yoganın “okul Yogası” halini en az çocuk yogası kadar hatta belki azıcık daha fazla severek uyguladığımı söyleyebilirim.31 Mart 2013'te çok fazla araştırmadan Herhalde Türkiye'de sadece bizim yaptığımız bir etkinlik dedim. Demez olaydım. Emine örnek iki yıl evvel As Merkez'de benzerini eşofmanlarla yapmış. Bizim farkımız çalıştırıcımızda ve kostüm tasarımcımızda. Lâkin, lââkin benim kastım devlet okulları idi ki onda da varmış...


    Okul-sınıf (2-A) yogası dersleri vermeye başlamama İzmir’de yaşayan  yoga eğitmeni olan bir veli (Ayten TORUMCU) sebep oldu. Hiçbir dersini görmeme rağmen yapacağı çalışmaya kefil olup, ki o güne kadar çocuk-sınıf yogası derslerini ne görmüş, ne de denemişliğim vardı, kendi derslerini ayarlayıp önceleri perşembe, sonraları da çarşamba günlerinde haftada iki saat olmak üzere sınıfımızla etkinlik yapmaya başladık. (Daha önce Ayten Hanım'la Görükle Orkide Çiçekçiliğin sahibi müşterisi ve Gülten Hürriyet Özkan ile sabah gün doğuşunda Gölyazı'nın tepesinde  sabah yogası yapmıştım.)


    İki defa onu izleme şansım oldu. Ardından aldım sazı elime. Önceleri kaygılı ve tutuktum, bunu kabul ediyorum. Fakat dikkatimi kendimden, çocuklara ve ailelere kaydırınca inanılmaz gözlemler elde etmeye başladım. Her derse acaba bugün neler yaşanacak diye heyecanla gitmeye başladım. Aynı toplantıda (Semih'in annesi) Habibe Kahraman "şiddete karşı şiddetli bir konuşma yaptı. Oğuz Şahin (felsefe öğretmeni) masa topu örneğini verdi. Veli ve öğretmenin oyuncu, öğrencinin de 'top' olduğu o an için işime geldiği için onayladığım bir değerlendirme idi. Bu olay arkeoloji ve dinazorlara merak duyan Semih'i daha farklıgözlememe neden olacak...( 2012 Aralık ayında Semih için iki dinazor aldım....Masal'dan Semih'e düşmedi. Ancak Ankara MTA Müzesinden Semih için oyuncak alacağım.)
     
     
     
     
     



    Annelerin davranışları aklıma takılan pek çok soruya ayna tutuyordu. Tabii her birinin olumlu olduğunu söyleyemem. Yine de ne şans ki, ders ve sorular çok doyurucu cevaplara rastlıyordu.


    Çocuk serbest alan istiyordu! Yetişkin kendi düşünmek zorunda kalmadığı ama çocuğuyla planlayıp paylaşabileceği kaliteli bir zaman… Gerçekten kendi kurduğu bir oyunda olmak istiyordu çocuk. Eşit hak arayışındaydı. Boyu kısa ve küçük bir canlıydı ama daha az akıllı değildi! Ona yarım akıllıymışcasına davranan büyükler, yani bizlerdik yarım akıllı olan! Anne ile oğul (Gökberk)  ve ben bunu açıkca görüyorduk! Gözlem  One.


    Kıssadan hisse ben Sınıf Yogası derslerinde en çok eşit olmayı sevdim. Güçler dengesi var. Mesela ebeveynin dengesi mükemmelken, çocuğun esnekliği harika olabiliyor. Ebeveynde yüksek konsantrasyon, çocukta ise inanılmaz bir yaratıcılık oluyor. Ebeveynin dikkati, çocuğun cesareti karşısında büyüleniyor!


    Birlikte oynayarak , fazla ve eksik taraflarını birleştirip ekip olmayı deneyimliyorlar. Oyun kurmak ve oynamak ikisini o bir saat için gerçek anlamda eşit kılıyor. Patron yok. Kazanmak ve kaybetmek de yok. Her iki taraf da sabırlı ve nazik olmalı. Kurallar herkes için! Bu two.


    Anne ve baba da oyuncu olabilir ve hatta yerlerde yuvarlanabilir. Çocuklar bunu seyretmeyi çok seviyorlar. Ailelerinin de bir zamanlar çocuk olduğunu anlamak onları rahatlatıp, aralarındaki yıl farkını birkaç dakika için bile olsa yok edebiliyor. Bu da üç olsun.


    Google da aradığınızda hemen bulabileceğiniz faydalarını saymıyorum bile yoganın. Kaldı ki “sınıf yogası” hekimlikte, oyun terapilerinde kullanılan son derece birleştirici, empati için yardımcı bir deneyim.


    Hala merakınızı uyandıramadıysam, vallahi elimden bişi gelmezJ En iyisi ben gidip biraz daha oyuna katılayım da, bari benim içimdeki çocuk eğlenmekten ve bir zamanlar çocuk olmanın keyfini hatırlamaktan mahrum kalmasınJ